uyan gönlüm haydi perdeni aç
çilen doldu kafesinden kaç
uyan gel uykudan, dünya aşk görsün.
hişt hişt diye devam eden ezginin günlüğünün seslendirdiği harikulade şarkı. 
aynı zamanda sait faik abasıyanık adlı muhteremin öyküsüdür.
  yürüyordum. yürüdükçe de açılıyordum. evden kızgın çıkmıştım. belki de tıraş  
  bıçağına sinirlenmiştim. olur, olur! mutlak traş bıçağına sinirlenmiş 
  olacağım.
  otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala 
  bir meseledir. kim demiş mesele değildir, diye? budalalık! ya yağmur 
  yağsaydı? ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? olsaydı o 
  zaman mesele olurdu, işte.
  ukulata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. birisi  
  arkamdan:
-hişt,dedi.
  dönüp baktım. yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze  
  devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. dişlerim kamaştı. 
  yolda kimsecikler yoktu. bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, 
  yaprakların arasından denizi gördüm. yoluma devam ederken:
-hişt hişt, dedi.
 
  dönüp bakmak istedim. belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. olabilir. 
  gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi 
  geçmiştir. bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.
 hişt! dedi yine.
 
  bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi 
  saklanıyormuş gibi geldi bana.
 
  yolun kenarına oturdum. az ötemde bir eşek otluyor. onun da rengi çağla 
  bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. otluyor. otları adeta 
  çatırdata çatırdata yiyor. belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi "hişt hişt" 
  diye duymuşumdur. eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:
- hişt hişt hişt, dedi.
  hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. 
  olur değil mi? pek enderdir. belki de kendi kafanızın içinden sizin 
  sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. olabilir.
 
  birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. bir kirli 
  el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. her zamanki kül rengi,
  yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.
  yola indim. istediği kadar hişt desin. isterse sahici sulu bir dost olsun.  
  isterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane 
  olayım, ben, aldırmayacağım.
 
  belki bir kuştur. belki tosbağadır. belki bir kirpidir. belki de yakın 
  denizden seslenen bir balık, bir canavardır. karabataktır. mihalaki kuşudur.
  iyisi mi ben kendim hişt hişt derim. o zaman tamamı tamamına pek hişt hişt 
  seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, 
  tutturdum.
 
  birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. kalpazankaya yolunu sordular. 
  üstündesiniz dedim. sanki yol hareket etti. yürümediler. iki adımda benden  
  uzaklaştılar. koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. 
  yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. ağzının salyasını  
  sildi. kuzuyu bacaklarından tuttu. kuzu ile yere yıkıldı. kuzuyu burnundan  
  öptü. 
  papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. şimdi bir çiçek 
  tarlasında idim. bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. vardır böyle kuşlar. 
  cık cık demezler de hişt hişt derler. kuştu kuş.
  bir adam yer belliyordu. belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak 
  altını, üste aktarıyordu.
- merhaba hemşerim, dedi.
 - ooo! merhaba! dedim.
  tekrar işine daldı. hişt hişt, dedim. aldırmadı. bir daha hişt, dedim. yine   
  aldırmadı. hızlı hızlı hişt hişt hişt!
- buyur beğim, dedi.
- bir şey söylemedim, dedim.
  küçük parmağını kulağına soktu. kaşıdı. çıkarıp parmağına baktı. belin 
  sapına siler gibi yaptı.
- hişt hişt, dedim.
  yüzünü göğe kaldırdı. kuşlara baktı. denize baktı. dönüp şüphe ile bana baktı.
- bu sene enginarlar nasıl? dedim.
- iyi değil, dedi.
- baklayı ne zaman keseceksin?
- daha ister, dedi.
  nefes alır gibi "hişt" dedim.
  yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.
- kuşlar olmalı, dedim.
- benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? zati bu  
  sırada şu kulağım ağırlaştı.
- bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı...
- yıkattın mı?
- yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. alıverdi; pislikmiş.
- çocuklar nasıl? diye sordum.
- iyiler, dedi. dokuzdu sekiz kaldı. biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya...
- sus, sus, dedim. yürekler acısı. haydi allahaısmarladık!
- haydi güle güle.
  biraz uzaklaşınca:
- hişt hişt.
  bu sefer yakaladım. bahçıvandı. oydu oydu.
- hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.
- yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım,   
  parasıyla değilmi?
- sen değil misin hişt hişt diyen?
- ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
  nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, 
  böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin! bir hişt sesi gelmedi  
  mi fena. geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.
hişt hişt!
hişt hişt!
hişt hişt! 
                    hişt hişt
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?
