etkileyici kitap cümleleri

rapunzelkibritsatar
"ben hızla değişiyorum. bugünüm dünümle zıt düşüyor. merdivenleri tırmanırken çok defa bir iki basamak birden atlıyorum. bunu hiçbir basamak bağışlamıyor. yukarı çıkınca kendimi sürekli yalnız buluyorum. kimse benimle konuşmuyor. yalnızlığın buzu beni titretiyor; yükseklerde ne istiyorum?
benim küçümsemem ve özlemim beraber büyüyorlar. yükseklere çıktığım oranda, yükselenleri küçümsüyorum. yüksekte onların işi ne?
yükselmemden ve sendelememden ne kadar utanıyorum! solumamla ne kadar alay ediyorum!
uçanlardan ne kadar nefret ediyorum! yükseklerde ne kadar yorgunum.”

böyle buyurdu zerdüşt-nietzsche
nevermore
çirkince

“biz harabı tahripte bile üstadız, mamuru tahripte neyiz ?”



kurtla kuzu

“kalbimizin 40 derece ateşe kaç gün dayanabileceğini, böbreğimizin günün birinde taş yapıp yapmayacağını nasıl bilemezsek, söylenmemesi gereken bir hakikati veya bize zorla söylettirilmek istenen bir yalanı söylememek içinne kadar tazyike tahammül edebileceğimizi de ölçemeyiz.”

“zaten işkence nedir? irademiz ve kafamız bizi küçültecek bir iş yapmadıkça , işkence sade bir fizyoloji meselesidir. etlerimiz, sinirlerimiz dayanabildikleri kadar dayanırlar. sonra, tabiat ne emrederse, o olur. ama ruhumuzu kamçılattırmamak elimizdedir.”



bir aşk masalı

“asıl bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşana değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir 'ah!' diyerek düşüp ölebilendir.”



koyun masalı

“bu dünyada çobansız da, köpeksiz de yaşanabilirmiş. ama bunu anlamak için her defasında bu kadar kanlı kurbanlar verecek olursak pek çabuk neslimiz kurur. bari siz gözünüzü açın da, ilerde başınıza yeniden itler, hele kendilerini kurt sanan palavracı itler musallat olursa, sürüyü canavarlara paralatmadan onları defetmeye bakın!”



sırça köşk

“sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. en heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”

tüm öyküler sabahattin ali 'nin sırça köşk adli kitabından/yky
nevermore
ben hayatta herkese karşı lakaydımdır… bu bende sevmek hissinin mefkudiyetinden değil, çok fazla oluşundandır. ben sevdiklerimi köpek gibi severim yavrum… zelilane severim… muhabbetimi kendilerine verdiğim kimseler onu yüzüme fırlatsalar bile severim… bunun için, bu derekeye düşmemek için kalbimi muayyen dereceye kadar herkese açmış, fakat içeri girmek isteyenlere kapılarını kapatmışımdır…

..

hayatta kafalar çok büyük, insanlar çok küçük… insanların kafaları sizin içinizi dolduran şeyleri istiap edemeyecek kadar mini mini… ben seni derin, muğlak gördüm. beni anlayacak kadar derin… ama… kendim o kadar basitleştim ki sen bile -bu belki benim hüsn-i zannımdır, belki sen bana ait en ufak bir hisle dahi musab olmamışındır- şaşırdın bana: – sen de herkes gibisin!.. dedin. değilim… değilim yavrum… ben herkes gibi değilim… ben herkes gibi olsaydım… bu vaziyette sana mektup yazabilir miydim ? sen herkes gibi olsaydın benim mektubumu okur muydun?

..

ben sana diyorum ki: – ne sen, ne ben diğerleri kadar düz düşünecek insanlar değiliz… bunun kendimize haiz olmadığımız kıymetleri izafe etmekte olabileceğini unutmayarak söylüyorum. ne sen, ne ben herkes gibi olamayız….

..

insanlardan takarrüp ettiğim, insanların suratına tükürdüğüm zamanlarda, onların fevkine çıkan sana o kadar muhtacım ki!… birbirlerine bu kadar yakın kimselerin buluşması enderdir. biz tesadüfün bu lütfunu tekmelemeyecek kadar zeka gösterelim… ne dersin ?

sabahattin ali



[yky – çakıcı'nın ilk kurşunu / bütün yapıtları 'nda yer alan ilk öykü- 'o arkadaşım 'dan]
nevermore
biliyor musunuz, bir dakika hatta bir saniyede verilen veya verilmeyen bir karar, bir tereddüt anı, insanın hayatı üzerinde ne uçsuz bucaksız neticeler doğurabiliyor . .

(köstence güzellik kraliçesi adlı öyküsünden)



eğer ilahlar dimağların sözüne bu kadar az itaat edebileceğini bilselerdi onu vücutlarımızın en yüksek yerine koymaktan vazgeçerlerdi . .

(esirler adlı öyküsünden)

sabahattin ali
nevermore
“düşünmek için kalpsiz olmak gerektiğini sanıyorsunuz. hayır, düşünceyi besleyen sevgidir.”

“insan, yalnız insanı anlatın bana. insanı sevin.”

“ömrünü nasıl harcayacağını uzun uzun düşündü ve sonunda kendi kendine, yaşamakla kâfi derecede iş gördüğü inancına vardı.”

“her gün yan yana, baş başa oturmak kolay değildir. birbirinin iyi taraflarından zevk alıp kötü taraflarına kızmamak için büyük bir hayat tecrübesi, akıl olgunluğu ve insan sevgisi gereklidir.”

“herkes birbirine hastalıkların en korkuncu olan can sıkıntısını aşılıyor.”

“her şeye gösterdikleri ilgi, aslında ruhlarındaki boşluğu ve sevgi yoksulluklarını kapatan bir örtüdür. ama mütevazı bir yol seçmek ve orada derin bir iz bırakarak yürümek işlerine gelmez; çünkü böylesi can sıkar, göze çarpmaz. çok şeyler bilmek o zaman işe yaramaz, gösterişe yer kalmaz.”

“evet, hayat konusunda şairim, çünkü hayat bir şiirdir. onu insanlar berbat ediyor.”

“sen bir gelip bir kayboluyordun, kuyruklu yıldız gibi; bense her şeyi unutuyor, ağır ağır sönüyordum…”

“bu beyaz ten, bu derin gözler, bu, ruhunun güzelliğiyle parlayan gözler… insan, gülümsemesini bir kitap gibi okuyabilir.”

“boşuna dememişler kadınlara güvenmemeli diye. dilleriyle bile bile yalan söylerler, gözleriyle, gülümsemeleriyle, yanaklarının rengiyle, hatta bayılmalarıyla da bilmeden…”

“andrey ivaniç'i severim. yalnız beni eğlendirdiği için değil, bazen ağlattığı bile olur. beni sevdiği için de değil… öyle zannediyorum ki beni başkalarından daha çok sevdiği için seviyorum. bakın, gurur nasıl işe karışıyor.”

“saklamaya çalıştığınız gözyaşları. ne fena bu erkeklerin hislerinden utanmaları. sahte bir gurur. zekâlarından utansalar daha iyi ederler. zekâ daha çok aldanır.”

“insanın hem nazik, hem de samimi olması çok zor.”

“hayatın çiçekleri döküldü, sadece dikenleri kaldı.”

“ – ya siz… siz aşık değil misiniz?

âşık mı? hayır… ben bu kelimeyi sevmiyorum, sizi seviyorum…”


“-siz sevgi kaynağını her gün yenilemek zorundasınız: sevmekle âşık olmak arasındaki fark bu olsa gerek! ben…

-evet, siz?

-ben başka türlü seviyorum. olmadığınız zaman sizi arıyorum… gittiğiniz zaman keyfim kaçıyor.

… kazara ölecek olsanız hayatımın sonuna kadar yasınızı tutarım; bir daha yüzüm gülmez. başka bir kadını sevecek olsanız size darılmam, beddua etmem; her zaman mutlu olmanızı isterim. aşk benim için… hayat; hayatsa…”

“tanrı yaşamamı istediği için yaşıyorum, sevmemi emrettiği için seviyorum.”

“bir gün bir şeyi istersin, ertesi gün büyük bir ümitsizlikle ona bağlanırsın, daha ertesi gün onu istediğin için utanırsın, sonra da bu dileğin gerçekleştiği için hayata lanet edersin, işte insan hayatta sadece kendi isteğinin peşinden rahatça giderse böyle olur.”

“zaten sizi bir süre görüp, ahenkli sesinizi dinledikten sonra kim kendi arzusuyla sihrinizden kurtulmaya çalışabilir! kim sizinle yokuş aşağı yürürken kendini inişe bırakacak yerde adım başında durup geriye bakmak iradesini gösterebilir!”

“kalbim daha önce aldanarak yandı ama bu sayede insan kalbinin gerçek ateşiyle, aldatıcı ateşini ayırt etmeyi öğrendim.”

“kendi kendime şunu soruyorum: ona iyice bağlandığım zaman, yanımda olması benim için bir zevk değil bir zorunluluk olduğu zaman, aşk kalbimin derinliklerine indiği zaman ne olacak?”

“..önümdeki kağıt sessiz ve sabırlı.”

“..çektiğim acının bir gösteriş olmasını istemiyorum.”

“zamanı saatlerle, dakikalarla değil, güneşin doğup batmasıyla değil, sizinle ölçüyorum: 'onu gördüm, görmedim, göreceğim, görmeyeceğim, gelecek, gelmeyecek…' “

“sizi görmemeye katlandıktan sonra nelere katlanamam ki ?”

“âşık olanların gevezeliği korkunçtur.”

“beni ağlatmak elinizdeydi, ama gözyaşlarımı durdurmak artık elinizde değil.”

“korkunç olan insanın ölmesi değil, ölmeden önce geçirdiği acı dolu saatlerdir.”

“ben gelecek için değil, geçmiş için ağlıyorum. her şey bitti, bütün renkler soldu şimdi! ağlayan ben değilim. hatıralarım ağlıyor.”

“aşkta beğenme ve güvenme bilinçsiz, körü körüne olur ve mutluluk da asıl bu bilinçsizlikten, bu körlükten doğar.”

“size imrenerek bakmaktan korkuyorum. mutluluğunuzun aynasında benim harcanmış perişan hayatımı görürüm. başka türlü de yaşayamam artık. biliyorsun, elimde değil.”

“hatıralar mutlu bir hayatın hatıraları olursa güzeldir; insana güç kapanmış yaraları hatırlatınca acı şeylerdir.”

“canlı, hareketli bir ruh bazen hayatın sınırlarını aşar, tatmin edilemez olur, bu yüzden ümitsizliğe düşer.”



ıvan gonçarov / oblomov
nevermore
bilinmeyen bir kadının mektubu / stefan zweig

.. benim için her şey, ancak seninle ilintili olduğu ölçüde vardı, hayatımdakilerin hepsi ancak seninle bağıntılı olduğu ölçüde anlamlıydı. bütün hayatımı değiştirmiştin. o güne kadar okulda kayıtsız ve sıradan bir öğrenci iken, ansızın birinci oldum, gecenin geç saatlerine kadar pek çok kitap okuyordum, zira senin kitapları sevdiğini biliyordum, senin müziği sevdiğine inandığım için birdenbire, neredeyse inatçı bir ısrarla ve annemi hayretler içerisinde bırakarak piyano çalmaya başladım. hoşuna gidebilmek ve sana layık görünebilmek için giysilerimi temiz tutuyor ve söküklerini dikiyordum, ve eski okul önlüğümle -annemin eski bir ev elbisesinden bozmaydı- sol tarafındaki eski ve dört köşe lekeden dolayı kendimi korkunç hissediyordum. onu farkedip beni aşağı görmenden korkuyordum; bu yüzden ne zaman korkudan titreyerek merdivenlerden yukarıya koşsam okul çantamı lekenin üstüne bastırıyordum. oysa bu, son derece aptalcaydı: çünkü sen beni asla, neredeyse hiçbir zaman görmedin.

ama ben buna rağmen aslında bütün gün seni beklemekten ve sana pusu kurmaktan başka bir şey yapmıyordum. kapımızda pirinçten yapılma küçük bir göz deliği vardı ve bu yuvarlak delikten senin kapın görülebiliyordu. işte o göz deliği -hayır, gülme sevgilim, çünkü ben bugün bile, evet, bugün bile orada geçirdiğim saatlerden utanç duyuyorum! – benim dünyaya açılan gözümdü, o aylarda ve yıllarda orada, o buz gibi holde, annemi kuşkulandırmaktan çekinerek, elimde bir kitap bütün öğlenden sonraları boyunca pusuya yatıyordum, bir tel gibi gergindim ve varlığının ona her dokunuşuyla tınlıyordum. hep senin etrafındaydım, hep gergin ve hareketliydim; ama sen beni ancak cebinde taşıdığın ve karanlıkta sabırla senin saatlerini sayıp ölçen, yollarında sana duyulmayan nabız atışlarıyla eşlik eden ve senin acele bakışlarının saniyelerin tik taklarının ancak milyonda birinde yöneldiği saatin yayının gerginliğini hissettiğin kadar hissedebiliyordun.

senin hakkında her şeyi biliyordum, her alışkanlığını, her kravatını ve her elbiseni tanıyordum, tanıdıklarının kimler olduğunu kısa zamanda öğrenmiş ve aralarında ayrım yapmaya başlamıştım, onları hoşlandıklarım ve bana itici gelenler diye sınıflandırıyordum: on üç yaşımdan on altı yaşıma kadar her saat sende yaşadım. ah, ne delilikler yaptım bir bilsen! elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmezden önce fırlatıp attığın bir puro izmaritini çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için, artık kutsal bir nesne saydım. akşamları belki yüz kez bir bahane icat ederek, odalarından hangisinde ışık yandığını görmek, böylece de senin varlığını, o görünmeyen varlığını daha bir bilerek hissetmek için aşağıya, sokağa koşardım.. ve senin yolculukta olduğun haftalarda -sevimli johann'ın yolculuklarında kullandığın sarı bavulu aşağıya taşıdığını ne zaman görsem kalbim korkudan duracak gibi olurdu-, evet, o haftalarda hayatım sanki söner ve anlamsızlaşırdı. asık suratla, canım sıkkın ve etrafa kötü kötü bakarak dolanıp dururdum ve annem ağladığımı belli eden gözlerimden üzüntümü anlamasın diye sürekli dikkat etmek zorunda kalırdım..

..
terra
'satmaya çalıştıgım köle sürekli bana bakıp gülüyordu ve 'teayyeabb' diyordu.'
voyage en orient - nerval
gerçektir. kurgu degildir.
hmmmmmtmmcnm
"bilgelik ve tecrübe insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. zaman insanı olduğundan farklı birine dönüştürmez. insanı olduğundan farklı birine dönüştüren tek şey sevgidir."

aldatmak-paulo coelho

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol