hic kimsenin basina gelmesini dilemedigim bir gonul yarasini yasamis bilgic.
#235728 gonul yarasi olur... ama boylesi insallah bir daha hic kimsenin basina gelmez...
tekrar yasamayi cok istedigim bir duyguyu bana tattirmis olan mac.
tabi her seyle lafla yada parayla olmuyor. inanmak, sartlanmak ve yurekli olmak gerekir.
(bkz: fener sana diyorum besiktas sen anla)
tabi her seyle lafla yada parayla olmuyor. inanmak, sartlanmak ve yurekli olmak gerekir.
(bkz: fener sana diyorum besiktas sen anla)
kiz kardesi ile zit karakterde oldugunu dusundugum insan.
niran unsalin kiz kardesi. sarkici.
tv makinasina daimi katilan, bilgin kisi. programa gercektende ayri bir renk katiyor.
hakan pekeri, hakan peker yapan sarki.
tv makinasina konuk olmus olan sarkici.
o bir yabanci damat
ham cokelek ile unlenen sonra mum gibi eriyip giden sarkici.
bir gurbetci besiktaslinin gozuyle, o gun... o mac...
her zaman ki gibi bir gunlerden degildi o gun...
hava hic olmadigi kadar guzeldi o gun...
herkesi heyecan ve umut sarmisti...
herkes haril haril her yerde aksam oynanacak finali konusuyordu...
acaba galatasaray kupayi alacak miydi?
herkesin gonlunde umut, dilinde insallah sozu eksik olmuyordu...
catlak seslerde cikmiyor degildi hani...
nede olsa biz turktuk, yapamazdik, edemezdik...
herkes aksam oynanacak o finali bekliyordu...
lakin dakikalar gecmek bilmiyordu, saniyeler dakika, dakikalar saat, saatlerde gun gibi geliyordu...
yuzup, yuzup kuyruguna gelmistik...
chelsea’den 5 yemis o elestirilen galatasaray ve fatih terim finaldeydi...
sadece onlar mi? onca olumsuz olaylar, haberler icinde bir tek sevindirici, mutlu edici haber bekleyin turk halki? evet onlarda finaldeydi... hepimizin gonulleri bir olmustu...
mac basliyordu... televizyon ekrani birden yem yesil olmustu... ne guzeldi o danimarkanin, kopenhag’in parken stadi...
ilk duduk calmadan once tabi ki kadromuz verildi ekranda...
kalede claudio taffarel vardi yine...
yasliyidi, basliydi ama saglam kaleciydi dogrusu...
defansta sogukkanli ergun penbe...
brezilyali capone...
yasli kurt george popescu...
vede bulent kormaz... hic korkmayan, yilmayan, savaci bulent vardi yine her zaman ki gibi...
orta sahada suat kaya yasina ragmen canla basla kosan suat kaya...
umit davala vardi... uzun sacli... kim derdi ki o umit ilerde rapci olacak diye...
okan buruk bucurdu evet... ama o ne cigerdi oyle...
ve, george hagi... geldiginde cok yasli bu diye galatasarayli yoneticilerin topa tutuldugu hagi...
haci diye alay edilen hagi... herkesi futboluyla, golleriyle nasilda susturmustu ama...
ve forvette o donemin olmazsa olmazi... ofsayt krali arif erdem... cok gol kaciriyordu ama iyiydi be...
hakan sukur... turk futbolunun bas taci, krali hakan sukur... tarihe destan niteligi tasiyan maclardaki gollerin adami...
ve ispanyol hakem antonio nieto ilk dudugu caldi... acaba hakem iyi yonetecekmiydi maci? her zaman ki gibi yine hakkimiz mi yenecekti? yok canim olmazdi oyle sey... koskoca final...
galatasarayimiz rakibinden futbol olarak hicte asagi degildi... dahasi cok iyi oynuyordu...
ama arif yine yapmisti yapacagini daha ucuncu dakikada... yine gol kacirmisti...
bunu 16. dakikada tekrarladi...
on dakika sonra hakan kacirdi...
34. dakikada ise marc overmarsin sutunu taffarel kurtardi...
arsenal’da ise bergkamp denen yasli hollandali en cok galatasarayi zorlayan oyuncu oluyordu...
gerci o ne takimdi oyle... patrick viera’li, kalede david seamanli, thierry henryli, tony adams’li bir takim...
insan adini duyunca urperiyordu... neden olsa ingilizlerden cok cekmistik... bu mac onceside oyle olmustu... final daha bir anlam kazanmisti...
ilk yari bitmis umut’lar artmisti... ama ya ikinci yari, ilk yariyi aratirsa? ya bu ara takimin ahengini, temposunu bozarsa sorulari insani mesgul ediyordu...
insallah oyle bir sey olmayacakti... vede insallah fatihin aslanlari o kupayi alacakti...
ikinci yari basladi...
ilk yarida oldugu gibi ikinci yarinin ucuncu dakikasinda yine gol kacirmistik... bu kez hakan... ah, hakan ah... kacarmiydi o gol... ah direk ah... topu iceri kalenin icine yollasan ne olurdu? nede guzel hazirlamistik pozisyonu...
hagi okan’a, okanda hakana... olmadi... olmadi...
ama bu maci bu futbolla almaliydik...
evet, evet biz bunu hakettmistik...
dakika 70 caponenin sutuyla gol diye heveslnedik... hevesimiz kursagimizda kaldi...
evet, evet ilk yariya oranla daha tempolu ve daha korkutucu idi... yenilecek bir golun bundan sonra telafisi olmayabilirdi...
frikiklerde korkuyorduk, kacan pozisyonlara ahliyorduk...
hele boyle guzel bir futboldan sonra yenilmek bize cok ama cok aglatacak, vahlatacakti...
ve normal surenin son dudugu kulaklarimizi inletti... futbolcular yorulmusmuydu acaba? yok canim, orada imparator fatih terim vardi o hallederdi o sorunu... varsa tabi oyle sorun...
dakika 93... ah hagi ah... yaktin bizi... boyle onemli bir macta yakisdimi sana takimini yanliz birakmak? gerci rakip oyuncuda haketmisti kirmiziyi... evet hakem’ler turkleri sevmiyordu ve yine yapmislardi yapacaklarini... ah hakemler ah...
dakika 104... arsenal ani bir atak sonucu cok tehlike yuklendigi dakika... orta henry’e dogru geliyordu... taffarel gec kalmisti kalenin obur kosesine...
ama o’da ne! taffarel kurtarilmasi imkansiz bir topu cikariyor... saliseler icinde bu mac bitti yenildik dusuncelerinin tamamini yok ediyor ve yuregimize su serpiyordu...
ve o taffarel bunu 108’de parlour, 112’de kanu’nun sutlarinda aynisini tekrarladi... o yasli kaleci kalesinde devlesti...
ve uzatmalarda bitmisti artik... penaltilar bizim icin iyimiydi yoksa kotumu? bilemiyorduk ki... o gune kadar avrupa arenasinda penalti atislari ile sonuclanan macimiz olmamisti ki... ne diyorum ben? o gune kadar finale bile cikmamistik ki hic...
ilk penaltimiz... topun basinda ergun... allahim bu adam nasil sogukkanli oyle? bu hakikaten turkmu? evet... sevindirdi bizi ergun iyi baslamistik ama o soguk surat ifadesi bir cogumuzu kuskulandirmisti...
arsenalde hirvatlarin sukur’u davor suker topun basinda idi... taffarele guveniyorduk... ve olan oldu... allah bizim yanimizdaydi... dualarimizi kabul etmismiydi?...
sira hakana geldi... kral affetmedi...
bunun ustune parlour’da atti penaltisini...
umit davala o uzun saclariyla topun basina dikildi ve kendinden emin bir sekilde penaltiyi gole cevirdi...
arsenalden patrick viera topu aldi ve penaltiyi atti... atti, sutu cekti ama gol olmadi...
herkes firladi... cok yakindik imkansiz denilen bir seyi basarmaya... cok yakindik... kalplerimiz hizla atmaya basliyordu...
macin basindan belli edilen dualar daha bir inancla daha bir heyecanla dillere pelesenk olmustu...
allahim sen buyuksun! allahim sen buyuksun!
ve sira o penaltidaydi... popescu, sakindi... nede olsa tecrubeli yasli bir kurttu o...
televizyonda levent ozcelik’in trt adabini hayatinda belkide ilk kez cigneyisi cinlamakta, tuyleri diken diken etmektedir...
- haydi oglum! haydi oglum! ve gooooooooooooollllll!!! kupa bizim!!! kupa bizim!!!
bu oyle bir sestir ki her duydugumda tuylerim diken diken olur...
kupayi almistik... bir an salaklastim, aptallastim... herkes benimle saka ediyor zannettim... inanamiyordum... hollanda kanallarindan kontrol ettim kupa’yi almisimiyiz diye... ben bunu yaparken disardan korna sesleri geliyordu...
haykirmak istiyordum, sokaga cikip bagirmak istiyordum... yapmistik, basarmistik... hep ezilen hep hor gorulen turkler basarmisti...
hani biz turktuk yapamazdik, edemezdik?
fatih terim yine yapmisti yapacagini, zaten o ilklerin adami degil miydi? yeni millenyumun ilk kupasi bizimdi...
o yil orta okul son siniftaydim... ertesi gun okul vardi ama ben annem ve babamin toleranslariyla sabah 4e kadar sokaklardaydim...
hayatimda hic olmadigim kadar mutluydum...
yapmistik, basarmistik... cunku biz daha cok istemistik... bulentin kolu ciktiginda devam etmek icin diretmesi ve o an ki yuz ifadesi sanirim bu konuda cok sey soyluyor...
biz garip gurbetcilere bu muhtesem duyguyu tattiran herkese tesekkuru bir borc bilirim...
orgazmdan daha zevkli anlar var ya iste bu... o duygu...
ve o yuzden benim odamada besiktasli olmama ragmen besiktasin degil, galatasaryin kupa’yi kazanan kadrosunun posteri asili...
ve o yuzden... benim bu satirlari yazarken tuylerim diken, diken...
ve o yuzden... bu satirlari yazarken kalbim hizla atti...
ve o yuzden... bu satirlari yazarken gozlerim yasli...
her zaman ki gibi bir gunlerden degildi o gun...
hava hic olmadigi kadar guzeldi o gun...
herkesi heyecan ve umut sarmisti...
herkes haril haril her yerde aksam oynanacak finali konusuyordu...
acaba galatasaray kupayi alacak miydi?
herkesin gonlunde umut, dilinde insallah sozu eksik olmuyordu...
catlak seslerde cikmiyor degildi hani...
nede olsa biz turktuk, yapamazdik, edemezdik...
herkes aksam oynanacak o finali bekliyordu...
lakin dakikalar gecmek bilmiyordu, saniyeler dakika, dakikalar saat, saatlerde gun gibi geliyordu...
yuzup, yuzup kuyruguna gelmistik...
chelsea’den 5 yemis o elestirilen galatasaray ve fatih terim finaldeydi...
sadece onlar mi? onca olumsuz olaylar, haberler icinde bir tek sevindirici, mutlu edici haber bekleyin turk halki? evet onlarda finaldeydi... hepimizin gonulleri bir olmustu...
mac basliyordu... televizyon ekrani birden yem yesil olmustu... ne guzeldi o danimarkanin, kopenhag’in parken stadi...
ilk duduk calmadan once tabi ki kadromuz verildi ekranda...
kalede claudio taffarel vardi yine...
yasliyidi, basliydi ama saglam kaleciydi dogrusu...
defansta sogukkanli ergun penbe...
brezilyali capone...
yasli kurt george popescu...
vede bulent kormaz... hic korkmayan, yilmayan, savaci bulent vardi yine her zaman ki gibi...
orta sahada suat kaya yasina ragmen canla basla kosan suat kaya...
umit davala vardi... uzun sacli... kim derdi ki o umit ilerde rapci olacak diye...
okan buruk bucurdu evet... ama o ne cigerdi oyle...
ve, george hagi... geldiginde cok yasli bu diye galatasarayli yoneticilerin topa tutuldugu hagi...
haci diye alay edilen hagi... herkesi futboluyla, golleriyle nasilda susturmustu ama...
ve forvette o donemin olmazsa olmazi... ofsayt krali arif erdem... cok gol kaciriyordu ama iyiydi be...
hakan sukur... turk futbolunun bas taci, krali hakan sukur... tarihe destan niteligi tasiyan maclardaki gollerin adami...
ve ispanyol hakem antonio nieto ilk dudugu caldi... acaba hakem iyi yonetecekmiydi maci? her zaman ki gibi yine hakkimiz mi yenecekti? yok canim olmazdi oyle sey... koskoca final...
galatasarayimiz rakibinden futbol olarak hicte asagi degildi... dahasi cok iyi oynuyordu...
ama arif yine yapmisti yapacagini daha ucuncu dakikada... yine gol kacirmisti...
bunu 16. dakikada tekrarladi...
on dakika sonra hakan kacirdi...
34. dakikada ise marc overmarsin sutunu taffarel kurtardi...
arsenal’da ise bergkamp denen yasli hollandali en cok galatasarayi zorlayan oyuncu oluyordu...
gerci o ne takimdi oyle... patrick viera’li, kalede david seamanli, thierry henryli, tony adams’li bir takim...
insan adini duyunca urperiyordu... neden olsa ingilizlerden cok cekmistik... bu mac onceside oyle olmustu... final daha bir anlam kazanmisti...
ilk yari bitmis umut’lar artmisti... ama ya ikinci yari, ilk yariyi aratirsa? ya bu ara takimin ahengini, temposunu bozarsa sorulari insani mesgul ediyordu...
insallah oyle bir sey olmayacakti... vede insallah fatihin aslanlari o kupayi alacakti...
ikinci yari basladi...
ilk yarida oldugu gibi ikinci yarinin ucuncu dakikasinda yine gol kacirmistik... bu kez hakan... ah, hakan ah... kacarmiydi o gol... ah direk ah... topu iceri kalenin icine yollasan ne olurdu? nede guzel hazirlamistik pozisyonu...
hagi okan’a, okanda hakana... olmadi... olmadi...
ama bu maci bu futbolla almaliydik...
evet, evet biz bunu hakettmistik...
dakika 70 caponenin sutuyla gol diye heveslnedik... hevesimiz kursagimizda kaldi...
evet, evet ilk yariya oranla daha tempolu ve daha korkutucu idi... yenilecek bir golun bundan sonra telafisi olmayabilirdi...
frikiklerde korkuyorduk, kacan pozisyonlara ahliyorduk...
hele boyle guzel bir futboldan sonra yenilmek bize cok ama cok aglatacak, vahlatacakti...
ve normal surenin son dudugu kulaklarimizi inletti... futbolcular yorulmusmuydu acaba? yok canim, orada imparator fatih terim vardi o hallederdi o sorunu... varsa tabi oyle sorun...
dakika 93... ah hagi ah... yaktin bizi... boyle onemli bir macta yakisdimi sana takimini yanliz birakmak? gerci rakip oyuncuda haketmisti kirmiziyi... evet hakem’ler turkleri sevmiyordu ve yine yapmislardi yapacaklarini... ah hakemler ah...
dakika 104... arsenal ani bir atak sonucu cok tehlike yuklendigi dakika... orta henry’e dogru geliyordu... taffarel gec kalmisti kalenin obur kosesine...
ama o’da ne! taffarel kurtarilmasi imkansiz bir topu cikariyor... saliseler icinde bu mac bitti yenildik dusuncelerinin tamamini yok ediyor ve yuregimize su serpiyordu...
ve o taffarel bunu 108’de parlour, 112’de kanu’nun sutlarinda aynisini tekrarladi... o yasli kaleci kalesinde devlesti...
ve uzatmalarda bitmisti artik... penaltilar bizim icin iyimiydi yoksa kotumu? bilemiyorduk ki... o gune kadar avrupa arenasinda penalti atislari ile sonuclanan macimiz olmamisti ki... ne diyorum ben? o gune kadar finale bile cikmamistik ki hic...
ilk penaltimiz... topun basinda ergun... allahim bu adam nasil sogukkanli oyle? bu hakikaten turkmu? evet... sevindirdi bizi ergun iyi baslamistik ama o soguk surat ifadesi bir cogumuzu kuskulandirmisti...
arsenalde hirvatlarin sukur’u davor suker topun basinda idi... taffarele guveniyorduk... ve olan oldu... allah bizim yanimizdaydi... dualarimizi kabul etmismiydi?...
sira hakana geldi... kral affetmedi...
bunun ustune parlour’da atti penaltisini...
umit davala o uzun saclariyla topun basina dikildi ve kendinden emin bir sekilde penaltiyi gole cevirdi...
arsenalden patrick viera topu aldi ve penaltiyi atti... atti, sutu cekti ama gol olmadi...
herkes firladi... cok yakindik imkansiz denilen bir seyi basarmaya... cok yakindik... kalplerimiz hizla atmaya basliyordu...
macin basindan belli edilen dualar daha bir inancla daha bir heyecanla dillere pelesenk olmustu...
allahim sen buyuksun! allahim sen buyuksun!
ve sira o penaltidaydi... popescu, sakindi... nede olsa tecrubeli yasli bir kurttu o...
televizyonda levent ozcelik’in trt adabini hayatinda belkide ilk kez cigneyisi cinlamakta, tuyleri diken diken etmektedir...
- haydi oglum! haydi oglum! ve gooooooooooooollllll!!! kupa bizim!!! kupa bizim!!!
bu oyle bir sestir ki her duydugumda tuylerim diken diken olur...
kupayi almistik... bir an salaklastim, aptallastim... herkes benimle saka ediyor zannettim... inanamiyordum... hollanda kanallarindan kontrol ettim kupa’yi almisimiyiz diye... ben bunu yaparken disardan korna sesleri geliyordu...
haykirmak istiyordum, sokaga cikip bagirmak istiyordum... yapmistik, basarmistik... hep ezilen hep hor gorulen turkler basarmisti...
hani biz turktuk yapamazdik, edemezdik?
fatih terim yine yapmisti yapacagini, zaten o ilklerin adami degil miydi? yeni millenyumun ilk kupasi bizimdi...
o yil orta okul son siniftaydim... ertesi gun okul vardi ama ben annem ve babamin toleranslariyla sabah 4e kadar sokaklardaydim...
hayatimda hic olmadigim kadar mutluydum...
yapmistik, basarmistik... cunku biz daha cok istemistik... bulentin kolu ciktiginda devam etmek icin diretmesi ve o an ki yuz ifadesi sanirim bu konuda cok sey soyluyor...
biz garip gurbetcilere bu muhtesem duyguyu tattiran herkese tesekkuru bir borc bilirim...
orgazmdan daha zevkli anlar var ya iste bu... o duygu...
ve o yuzden benim odamada besiktasli olmama ragmen besiktasin degil, galatasaryin kupa’yi kazanan kadrosunun posteri asili...
ve o yuzden... benim bu satirlari yazarken tuylerim diken, diken...
ve o yuzden... bu satirlari yazarken kalbim hizla atti...
ve o yuzden... bu satirlari yazarken gozlerim yasli...
sonucu ligdeki takimlarin neredeyse yarisini ilgilendiren mac.
bir kac sene once besiktas icinde hirsiyla, mucadelesiyle en begendigim en sevdigim futbolcu olan bu oyuncu kendini iyice taraftarlardan ve benden sogutmustur.
ibrahim uzulmez macin en iyi oyuncusuydu...
eh besiktasin ne kadar kotu oynadigini anlatabilmisimdir herhalde.
eh besiktasin ne kadar kotu oynadigini anlatabilmisimdir herhalde.
besiktasimin pekte haketmeyerek 3-2 kazandigi gollu ama zevksiz mac.
bunu demek esittir: batida sukse yapmanin kisa yolu.
(bkz: new age)
sapkin bir olusum.
yeni çağ (new age)nedir?
birçok kişi "yeni çağ" sözcüklerini duyar ve onun ne olduğu hakkında önceden belirlenmiş, pazarın-yönlendirdiği bir dizi anlayışa sahip olur. bazılarının aklına hemen uçan daireler, uzaylılar, tarikatlar, astroloji, tarot, geçmis yaşamlar ve medyumların kapısında kuyruğa girmiş insanlar gelir. bu şeylerin yeni çağ’ın genel tablosunda bir rol oynadığını yadsımayacağım, çünkü oynuyorlar. ama, size bu konuda başka perspektifler de vermek istiyorum.
her şeyden önce, bizler kendi inancımızı vaaz etmiyoruz, bu inancı yayma heveslisi değiliz. yeni çağ bir din değildir, onun sizin inceleyebileceğiniz bir doktrini yoktur. o bir dünya felsefesidir. yeni çağ insanlarının topladıkları bağışlarla inşa ettikleri bir merkez binası yoktur. aslında, o hiçbir merkezi yönetime ya da herhangi türde bir merkeze sahip değildir.
yeni çağ’ın bir yöneticilik programı yoktur; onun onaylanmış bir okulu, hatta yeni çağ öğretmenliği sertifikasi veren bir kursu bile yoktur. onun hiçbir tapınağı da yoktur. bizim danışmak için başvurabileceğimiz tek bir "liderimiz" de yoktur. bizim hiçbir kutsal şamanımız yoktur, ve geçmişte de olmamıştır.
bizim katılabileceğimiz hiçbir şey, takipçisi olacağımız hiçbir kişi, ve inandığımız şeyi açıklayan ortak bir kitabımız yoktur! biz düzenli toplantılar, seri tv programları vs. düzenlemeyiz. bizim para yollayacağımız bir yer de yoktur.
yeni çağ felsefesi her insanın sahip olduğuna inandığımız sezgisel bir bilgiyi ortaya çıkarır ve bu bilgi içinde inanılmaz bir tekillik vardır! dünyanın neresine giderseniz gidin, bu felsefeyi anlayan binlerce insanla karşılaşırsınız. sanki onlarda kimi en garip kavramları bile anlayan ve onları sahiplenen bir bilgelik vardır.
yeni çağ’ın ne olduğuna gelince:
biz, hepimizin yaşam devrelerinden geçtiğimizi öğreten bir felsefeye sahip insanlarız. bu geçmiş yaşamlar anlamına gelir. biz rastlantı ya da kaza diye bir şeyin olmadığına, ruhsal bir düzeyde yaratılmasına yardımcı olduğumuz sorunların ya da derslerin bulunduğuna inanırız. bu bizim yaşamımızdaki her şeyin sorumluluğunu üstlenmeye inandığımız anlamına gelir. bir yeni çağ inanırı asla bir tarikata katılmaz, asla bir liderin peşine takılıp intihar etmez ve bulunduğu durumdan ötürü başkalarını suçlamaz. bir yeni çağ inanırı, insanın içinde muazzam bir gücün bulunduğunun farkındadır. bu felsefe kendi-değerini-bilmeyi ve korkunun ve kuşkunun nasıl aşılacağını öğretir. burada insan’ın muktedir-kılınışı anahtar, ve "yaşamımızda olumlu değişimler yaratma niyeti" de mantra’mızdır.
biz insanlarin şifa bulmalarına yardımcı olmak üzere onları dengelemek için enerji çalışması yaparız. başkaları için dua ederiz, dünya barışı için meditasyon yaparız, ve ne olursa olsun birbirimizi sevmemizi sağlayacak bilgeliğe erişmek için uğraşırız.
biz hiç kimseyi ve hiçbir şeyi yargılamayız. biz "birbirimizi sevmenin" birbirimizin inancına hoşgörülü olmak anlamına geldiğine inanırız. hangi yolla olursa olsun, tanrı’yı saf bir kalple arayışa saygı duyarız. her şey dengede olduğunda sevinç duyarız ve ortak bir insani amaç için her dini inançtan insanla seve seve bir araya gelip dua ederiz.
biz gezegeni değiştirecek bir katalizör olarak kendi kişisel spiritualitemizle ilgilenmeye inanırız. biz işimizin başkalarını değiştirmek olduğuna inanmayız. her birey buna kendisi karar verecektir. biz insanların kendi başlarına büyük spiritüel kararlar verecek kadar güçlendirildiklerine inanırız. büyük binalar ya da kısıtlayıcı doktrinler olmadan, olan her şey için hücresel düzeyde sorumluluğa sahip olduğumuza inanırız.
biz ayrıca insanlığın geleceğinin kıyamet günü olarak tarif edilenden, ya da nostradamus’un felaket kehanetlerinden çok farklı olacağına inanıyoruz. biz, bugün dünyada görmekte olduğunuz şeyin, başkalarının korkuya-dayalı senaryolarına kıyasla, bizim olacağını söylediğimiz şeye çok daha yakın olduğuna inanıyoruz.
siz ölümden sonra yaşam olduğuna inanıyor musunuz? (1998 yılında time dergisinde yayınlanan bir makaleye göre) dünya nüfusunun %85’i buna inanmaktadır. biz de inanıyoruz. bu, dünyanın büyük çoğunluğunun insanların ölümsüz olduğuna inanması anlamına gelir. biz ayrıca bu ölümsüz varlığın gerçekten tanrısal bir varlık olduğuna da inanıyoruz...
(lee carroll’un aynı başlıklı yazısından alınmıştır. yuvadan mektuplar - akaşa yayınları)
http://www.akasa.com.tr/html/bilgi/yeni_cag.html
birçok kişi "yeni çağ" sözcüklerini duyar ve onun ne olduğu hakkında önceden belirlenmiş, pazarın-yönlendirdiği bir dizi anlayışa sahip olur. bazılarının aklına hemen uçan daireler, uzaylılar, tarikatlar, astroloji, tarot, geçmis yaşamlar ve medyumların kapısında kuyruğa girmiş insanlar gelir. bu şeylerin yeni çağ’ın genel tablosunda bir rol oynadığını yadsımayacağım, çünkü oynuyorlar. ama, size bu konuda başka perspektifler de vermek istiyorum.
her şeyden önce, bizler kendi inancımızı vaaz etmiyoruz, bu inancı yayma heveslisi değiliz. yeni çağ bir din değildir, onun sizin inceleyebileceğiniz bir doktrini yoktur. o bir dünya felsefesidir. yeni çağ insanlarının topladıkları bağışlarla inşa ettikleri bir merkez binası yoktur. aslında, o hiçbir merkezi yönetime ya da herhangi türde bir merkeze sahip değildir.
yeni çağ’ın bir yöneticilik programı yoktur; onun onaylanmış bir okulu, hatta yeni çağ öğretmenliği sertifikasi veren bir kursu bile yoktur. onun hiçbir tapınağı da yoktur. bizim danışmak için başvurabileceğimiz tek bir "liderimiz" de yoktur. bizim hiçbir kutsal şamanımız yoktur, ve geçmişte de olmamıştır.
bizim katılabileceğimiz hiçbir şey, takipçisi olacağımız hiçbir kişi, ve inandığımız şeyi açıklayan ortak bir kitabımız yoktur! biz düzenli toplantılar, seri tv programları vs. düzenlemeyiz. bizim para yollayacağımız bir yer de yoktur.
yeni çağ felsefesi her insanın sahip olduğuna inandığımız sezgisel bir bilgiyi ortaya çıkarır ve bu bilgi içinde inanılmaz bir tekillik vardır! dünyanın neresine giderseniz gidin, bu felsefeyi anlayan binlerce insanla karşılaşırsınız. sanki onlarda kimi en garip kavramları bile anlayan ve onları sahiplenen bir bilgelik vardır.
yeni çağ’ın ne olduğuna gelince:
biz, hepimizin yaşam devrelerinden geçtiğimizi öğreten bir felsefeye sahip insanlarız. bu geçmiş yaşamlar anlamına gelir. biz rastlantı ya da kaza diye bir şeyin olmadığına, ruhsal bir düzeyde yaratılmasına yardımcı olduğumuz sorunların ya da derslerin bulunduğuna inanırız. bu bizim yaşamımızdaki her şeyin sorumluluğunu üstlenmeye inandığımız anlamına gelir. bir yeni çağ inanırı asla bir tarikata katılmaz, asla bir liderin peşine takılıp intihar etmez ve bulunduğu durumdan ötürü başkalarını suçlamaz. bir yeni çağ inanırı, insanın içinde muazzam bir gücün bulunduğunun farkındadır. bu felsefe kendi-değerini-bilmeyi ve korkunun ve kuşkunun nasıl aşılacağını öğretir. burada insan’ın muktedir-kılınışı anahtar, ve "yaşamımızda olumlu değişimler yaratma niyeti" de mantra’mızdır.
biz insanlarin şifa bulmalarına yardımcı olmak üzere onları dengelemek için enerji çalışması yaparız. başkaları için dua ederiz, dünya barışı için meditasyon yaparız, ve ne olursa olsun birbirimizi sevmemizi sağlayacak bilgeliğe erişmek için uğraşırız.
biz hiç kimseyi ve hiçbir şeyi yargılamayız. biz "birbirimizi sevmenin" birbirimizin inancına hoşgörülü olmak anlamına geldiğine inanırız. hangi yolla olursa olsun, tanrı’yı saf bir kalple arayışa saygı duyarız. her şey dengede olduğunda sevinç duyarız ve ortak bir insani amaç için her dini inançtan insanla seve seve bir araya gelip dua ederiz.
biz gezegeni değiştirecek bir katalizör olarak kendi kişisel spiritualitemizle ilgilenmeye inanırız. biz işimizin başkalarını değiştirmek olduğuna inanmayız. her birey buna kendisi karar verecektir. biz insanların kendi başlarına büyük spiritüel kararlar verecek kadar güçlendirildiklerine inanırız. büyük binalar ya da kısıtlayıcı doktrinler olmadan, olan her şey için hücresel düzeyde sorumluluğa sahip olduğumuza inanırız.
biz ayrıca insanlığın geleceğinin kıyamet günü olarak tarif edilenden, ya da nostradamus’un felaket kehanetlerinden çok farklı olacağına inanıyoruz. biz, bugün dünyada görmekte olduğunuz şeyin, başkalarının korkuya-dayalı senaryolarına kıyasla, bizim olacağını söylediğimiz şeye çok daha yakın olduğuna inanıyoruz.
siz ölümden sonra yaşam olduğuna inanıyor musunuz? (1998 yılında time dergisinde yayınlanan bir makaleye göre) dünya nüfusunun %85’i buna inanmaktadır. biz de inanıyoruz. bu, dünyanın büyük çoğunluğunun insanların ölümsüz olduğuna inanması anlamına gelir. biz ayrıca bu ölümsüz varlığın gerçekten tanrısal bir varlık olduğuna da inanıyoruz...
(lee carroll’un aynı başlıklı yazısından alınmıştır. yuvadan mektuplar - akaşa yayınları)
http://www.akasa.com.tr/html/bilgi/yeni_cag.html
bir internet sitesinde galatasarayin kisaltilmisi olarak kullanilan harf ve sayi birlikteligi.
bilgic olmus yazar. hosgelmistir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?